23 May 2012

DEICHMANN'dan ayakkabı alma hatası...

Hani bir ayakkabı aldığınızda "güle güle giy ,ayağında paralansın" dileklerinde bulunur ya insanlar adettendir...
İşte bi dilek gerçeğe nasıl dönüşür bunu Deichmann ile test edip onaylayabilirsiniz.


10 kere bile giymeden bir ayakkabının iç topuk kısmı ve iç astarları bildiğiniz çürüme gibi açılır ayakkabıları alıp mağazanın yolunu tutarsınız hani tüketici haklarını yıllarınızı bu işe veren biri olarak dibine kadar biliyorsunuzdur ya ona güvenerek! İşte kazın ayağının öyle olmadığını mağazanın kapısından adım attığınız andan itibaren anlıyorsunuz. Görevli bir makbuz ile ayakkabıyı teslim almadan önce dil döküp " bence hiç yorulmayın bu kullanıcı hatası, merkez değişimi-iadeyi onaylamaz nasılsa, vermeyin boşuna ayakkabıları" der ve mal gibi kalırsınız yıllarca müşteri hizmetlerinde tüketici ile temsilcisi olduğunuz firma  arasında yetkili konumunda çalışıp müşteri memnuniyeti adına koca koca tırların garantiden değiştiğine şahit olurken 50-TL lik ayakkabıda o işin öyle olamayacağına aklınız bi türlü basmaz salak olur kalırsınız. "Siz hele bir gönderin yanıt gelsin, iade-değişim onaylanmazsa tüketici hakem heyetine giderim ben sorun değil" der bırakırsınız ayakkabılarınızı. 34 senedir ayağınıza ayakkabı giymediğiniz için ayakkabı giymesini bilmeyen cahilsinizdir, siz kim ayakkabı kullanmayı bilmek kim di mi? Kullanıcı hatası ne demekse? Ömrümde ayağıma ayakkabı geçirmedim ben ne anlarım ayakkabıdan!


Hayır yani pazardan 15-TL vererek aldığım 4 senedir tabiri caizse 7/24 giydiğim hala taş gibi olan babetlerimin o an o cümleleri duyarken ayağımda olması da ayrı bir ironi ya neyse...


Makbuzumu aldım 7 iş günü içinde gelecek olan yanıtı bekliyorum.


Deichman ve şikayet diye aratınca; "kullanıcı hatası olduğu için / üretim hatası olmadığı için üzülerek değişim-iade yapamıyoruz."  yanıtlarını görünce de gece gece çıldırdım ve bari bloguma yazayım içimi dökeyim biraz olsun da bu gece rahat uyuyayım dedim.


Aranızda Tüketici hakem heyetine Deichmann ile ilgili sorununu aktarıp değişim-iade konusunda olumlu bir sonuca ulaşan var mı? Varsa kaleye mum diker mi acaba ? Yoksa Deichmann tüketicisini aptal yerine koymayı alışkanlık haline getirdi de kimse itiraz etmiyor mu?

3 Tem 2011

~ Resif Kitap & internet bir oyun bahçesidir ~

Ne zamandır yazacağım bir türlü fırsatım olmadı oysa elime geçtiği dakika okumaya başlayıp daha 24 saati doldurmamışken bitirmiştim kitabı...

8 Haziran Çarşamba günü kapım çaldı, kargo beklemiyordum şaşırdım. Gelen kargo Resif'ten idi...

Paketi açtım ve içinden internet dünyasının en çok takip edilen sitelerinden birinin yazarı olan David Thorne'un "internet bir oyun bahçesidir" kitabı çıktı. Kitap okuyacak moral, ortam ve ruh halim yokken 1-2 sayfa çevirip kitabın sayfalarında göz gezdirdikten sonra elimden bırakamadım bir bakmışım ki çoktan 30'lu sayfalardayım:)

Yaz için okunması tavsiye edilebilecek elinizden düşürmeden bitirip, biraz olsun sizi gülümsetecek bir kitap "internet bir oyun bahçesidir". Okurken David Thorne'a kah söveceksiniz, kah zekasına hayran kalacaksınız... Tam tatilde kafa dağıtmalık, çok yormayacak, eğlendirecek bir kitap.

Daha önce de Resif'ten 3 kitap kazanmıştım. İlerleyen günlerde diğer kitaplarından da bahsedeceğim okuyup bitirdikten sonra. Şu an elimde gene Resif'in yayınladığı kitaplardan Ian Rankin'in Komplo adlı kitabı var ve çok sürükleyici bir biçimde ilerliyor. Muhtemelen bir sonraki yazım da Komplo hakkında olacak. Şu ana kadar okuduğum kadarı ile Komplo'da elinizden düşürmeden bitirebileceğiniz sürükleyici bir kitap.

Resif'i siz de takip edin. Kitap kazanamasanız bile emin olun ilginizi çekip kitapçılarda arayacağınız size göre bir kitapları mutlaka çıkacaktır.

Resif Kitap Twitter adresi için tıklayın.
Resif Kitap Facebook sayfası için tıklayın.
Resif Kitap web sayfası için tıklayın.

11 Haz 2011

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!




Sadece tek bir tık ile destek vermezsen şimdi; yıllar sonra çocukların, torunların: "hamsi, levrek, çinekop, çipura, mezgit, sardalya, lüfer, palamut, vs nasıl bir canlıydı?" diye sorduklarında "bizim zamanımızda onlardan bolca vardı sonra biz hepsini tükettik özür dileriz" demek zorunda kalır eğersin başını önüne suçlulukla...

Hadi tıkla bakalım http://bit.ly/eI2FC9 21 Hazirana kadar devam et paylaşmaya...

3 Oca 2011

~ Aşk ~



Aşk tanımı olamayacak kadar sihirli bir duygu...

Dokunduğu her yeri güzelleştiren, iliştiği her şeyi ilahlaştıran...

730 gün sonra bile kalbinize heyecan dalgası, dudaklarınıza titreme, bedeninize sıcaklık veren...

Aşk kocaman bir öpücük; kondurulan yanağa... Elinizle; uçmasın, gitmesin, hep orada kalsın diye üstünü kapattığınız dakikalarca, yüzünüze şapşal bir gülümseme veren...

Aşk soluğunu koklamak onun, parmak uçlarınızla kırılırmışcasına dokunmak ona...

Aşk 18.250 gün sonra bile aynı duygularla gözleri nemlendirecek olan...

Bu kadar da emin olunan...

Aşk ona bir ömür sarılma sözü... Bir ömür bıkmadan usanmadan.

2 Ara 2010

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace



Bugün dünya denizlerindeki büyük balık türlerinin yüzde 90'ı, toplam balık türlerinin ise yüzde 60'ı tükenmiş durumda.

2050 yılına geldiğimizde ise dünyadaki balık stokları tükenecek. Türkiye'de durum farklı değil...Balık stoklarımız ve balıkçılık can çekişiyor. Endüstriyel avcılık arttıkça, yumurtlama zamanları ve yerlerinde avlanıldıkça balık stokları hızla azalıyor, balıklar azaldıkça daha çok yavru balık avlanmaya ve satılmaya başlanıyor. Yavru balık avlandıkça ve satışı devam ettikçe de türler üremeye fırsat bulamadığı için durum daha da vahim hale geliyor.

Küçük Balık Yoksa Büyük Balık da Yok!

Henüz üreme olgunluğuna, boyuna erişmemiş yavru balıkların avlanması, satılması, tüketilmesi deniz kaynaklarının ziyan edilmesidir. Olgunluk çağına gelen bir balığın her yumurtladığında binlerce balık ürettiği unutulmamalıdır. Her canlı en az bir kez üreme hakkına sahiptir, ve eğer yarın da denizlerimiz de balık türleri olmasını istiyorsak acilen balık boylarına önem vermeliyiz. Ayrıca anaç balıklar boyut olarak büyüdükçe daha da fazla yumurta verirler, işte bu yüzden balıklar için her cm. hayati derecede önemlidir.

Türkiye'de avlanması ve satılması yasal balık boylarına uyulmadığını balık pazarlarında gördüğümüz yavru balıklardan anlamak mümkün. Örnek mi? Lüferin en az bir kez üreyebilmesi için minimum 20 ila 24 cm'e ulaşması gerekirken bugün yasal avlanma boyu 14 cm olarak verilmiştir. Yani aslında yavrusu olan çinekop boyu. Aynı şekilde palamutun üreme boyu 38 cm ila 42 cm arasında iken yasal avlanma boyu 25 cm dir!

Bu durum açıkça gösteriyor ki, denizlerimizdeki biyoçeşitliliğin korunmasını sağlayacak ciddi bir yönetim planına ihtiyaç duyulmaktadır. Ticari balık türlerinin yumurtlama ve gelişme alanlarının deniz rezervi olarak korunması da en etkin yöntemlerden biridir.

Hep birlikte, Tarım Bakanlığı'nın acilen balık stoklarının ve balıkçılarımızın geleceği adına yavru balık satışını engellemesi ve yasal balık boylarını bilimsel temellere oturtmasını sağlayalım. Yavru balık satmayın, almayın, tüketmeyin, denizlerimizin geleceğini korumaya yardım edin. Eyleme katılın!

9 Kas 2010

~ Kıskanmak ~

cansız bir eşyaya hissedildiğinde kendinle alay etmene sebep olur bu his.

misal sevdiğinin sarıldığı yorganı, başını yasladığı yastığı, boynuna doladığı atkıyı kıskanır mı hiç insan?

ben kıskanırım... yakınımda soluğunu duyarken bile. soluğunu kendi ciğerlerinden bile... başını yasladığı yastıktan, üzerini örten yorgandan, tenine değen kıyafetten bile...

7 Ara 2009

Terazi Burcu Erkeği

karmaşık gözükür ama aslında değildir. yaşam alanı içine girdiyseniz eğer etki alanından çıkmanız kolay değildir ki zaten istemezsiniz.

"sessizlik, sakinlik, sadelik ve huzur" mutluluk kriterlerindendir hem kendi için hem sizin için. bir de uyurken yorganı üstünüzden her attığınızda mutlaka uyanıp sürekli üstünüzü örter ki her sabah daha da bağlanırsınız. güzel yemek yapar. kendisine bakabilir, kendisine yetebilir. "aman aç kaldı mı, aman evini toparladı mı, aman üstünü başını sıkı giydi mi, üşüdü mü" diye ayrı kaldığınızda düşünmezsiniz. kısacası; aklınız onda kalmaz, sizi anne moduna sokmaz.

unutmaz. asla. fil hafızası denen şeye sahip olan adamın burcu bu burçtur. 10 sene sonra şak diye önünüze koyar valla, sizin hatırlamadığınız bir sözü bir hareketi.

sevdiği zaman gerçekten dolu dolu hissettirir.

huzur yuvası bu adamın yanıdır.

12 Eyl 2009

O'na Dair

Aklıma her düştüğünde delicesine ona yazmak isteği de beraberinde gelmiş oluyor.

İçimde vızır vızır dolanan ona dair etmek istediği kelimeler; tek başlarına anlam ifade etmeyen ama o aklıma düştüğünde bir bütün oluşturan, fark etmeden bir araya geldiklerinde güzel hikayeler çıkartan kelimeler...

Hepsi ona özel olsun istiyorum, sadece o dokunsun satırlarıma, sadece o okusun, sadece o hissetsin, sadece ona ait olsun o kelimeler...

Her güne bir kelime yazıyorum ona dair... Bir gün okuduyuverdiğinde hepsini; yüzünde kocaman bir gülümseme oluşsun diye...

Gülümsemesini izlerken onun, keyifleneyim diye...

4 Eyl 2009

Gidesim Var

Kaçıp gidesim var uzaklara.

Kaybolasım var belirsizliklerde...

En çok kendimden kaçıp gidesim var sanırım. Tek bir sırt çantasına üç beş parça eşya atıp mp3 çalarımı takıp kulaklarıma yollara düşesim var.

Kendimi götürmeden nasıl kaçabileceğimi ise henüz bilmiyorum ama...

O istasyon senin bu istasyon benim atlayıp bir trene yeni istasyonlarda inip, yeni şehirlerde gezesim var.

Sonrasında da kıyı şeridine inip sahil kasabalarında duraklayasım var.

En çokta kumsallarda çantamı yastık edip kendime akşam olunca yıldızlara bakarak rüyalara dalasım var.

Bi oldurun be...

14 Ağu 2009

Hırsızlar, Uğursuzlar, Çiğ Süt Emmişler...

İnsanoğlu çiğ süt emmiştir der büyüklerim her zaman. Ben hep inatla onları duymazdan gelirim. Güvenirim insanlara... Kendim gibi sanarım hepsini.

Sütten çıkmış ak kaşık değilim elbet benim de hatalarım, günahlarım var...
Öyle herkes gibi bi dine de inanmam. Salt bir sevgi, bir inanç... Kendimce... Belki de melamiler gibiyim. İbadetimi gizli yapıyorumdur kime ne... Elimde şarap şişemle gezip belki ardından bir fakir doyuruyorum onlara ne... Elalem ne derse desin ben kendimi biliyorum ya gerisine ne...

Konuyu dağıtmadan asıl meseleme geri döneyim artık... Hırsızlık ile başlamak istiyorum ilk önce yazacaklarıma.

İlla birinin malını mülkünü, parasını pulunu aşırmak değil bahsettiğim hırsızlık. Anlatacağım daha ağır suç olanı; düşünce hırsızlığı, emek hırsızlığı.

Yıllardır yazıyorum bu blog'a, sağa sola. Kelimelerim içimde duramıyorlar. İnternet yokken de günlüklerime... Sanırım en güzeli de oraya yazdıklarımdı sadece bana özel. Sonra internet girdi hayatımıza. Hissettiklerimizi, düşüncelerimizi başkaları da bilsinler istedik. yazdık fütursuzca, hesapsızca... Ama hiç aklımıza içimizden gelen kelimelerin, sevinçlerimizin, acılarımızın başkaları tarafından alınıp kendi acıları, mutlulukları gibi aktarılabileceği gelmedi..

Bir baktım elfida için yazdıklarım bloglarda, forumlarda, bilimum web sayfalarında... Bir baktım seni seviyorum diye olmayan bir sevgiliye yazdıklarım içimi acıtan kelimeler forumlarda hatun tavlamak için kullanılmakta. Ve daha bir çok benim kalemimden çıkmış yazılar...

Hiçbiri canımı elfida'ya yazdıklarımın çalınması kadar acıtmadı... Acımı paylaştığım yazının altına imza atıp başsağlığı dileklerini kabuledenlerin çiğ süt emmişliği kadar yakmadı canımı...

Dilerim ki yukardaki güç hiçbirine o acıyı yaşatmaz.

O cümleleri gerçekten kurdutmaz...

Bir yandan da acıdım onlara... Başkalarının mutlulukları, acıları ile beslenen bu insanların zamanı geldiğinde aynaya nasıl bakacaklarını düşününce... Üzüldüm onlar için...

Islah olsunlar.

Ben affettim onları ama bir hesap noktası varsa orda versinler hesaplarını...

İnsanoğlu çiğ süt emmiş demiş miydim?

...

10 Ağu 2009

Uzağında Kalmak...

Bazen öyle bir an gelir ki yanındayken bile onun uzağında kalırsınız.

Bakışları size bakarken aslında Atlas Okyanusu kadar uzakta bir noktadadır; göz bebeklerinizde değil.

Soluğu ensenizde iken aslında Himalaya Dağlarının doruklarına üflemektedir; asla ciğerlerinize değil.

Kokusunu ise içinize çekemezsiniz doya doya , oysa tek adım uzağınızdadır ama gerçekte camdan bir fanusun içine hapsetmiştir kendisini.

Sonra bir gün bir duvar örersiniz etrafınıza; kendinizi yanıbaşınızda olupta dokunamadığınız o güzelliği seyreyleyip üzülmekten alıkoymak için...

Kendinizi hapsettiğiniz odada karanlığa alışırken gözleriniz, bir darbe sesi ile irkilip telaşla çatırdamaya başlayan özenle dizdiğiniz tuğlalara bakarsınız. İçeri bir ışık hüzmesi düşer önce... Aydınlığı ile gözleriniz kör edercesine düşer saçlarınıza, yüzünüze.

Güneşsiz kalmaktan moraran dudaklarınız, donuk beyaza dönen yanaklarınız renklenir.

Işıldamaya başlarsınız göz bebeklerinize değen gözleri ile; hayat dolar ciğerleriniz yüzünüze doğru verdiği nefesi ile; sarhoş olursunuz burnunuza değen kokusu ile...

Sesini unuttuğunuz kalbiniz tekrar atmaya başlar sımsıkı sarıp sarmaladığında.

... ve nihayetinde huzurla kapanır gözleriniz eliniz yüreğinizde, dudaklarınıza konan sıcacık bir busenin sizi tebessüm ettirmesi ile.

3 Ağu 2009

~ Dönüş ~

Şems-i Tebrizi yoldaşlık için vaktinin dolduğunu sezdiğinde sessizce ayrılınca Konyadan, ardından hamuş olur Rumi...

Aylar sonra bulunup geri gelmesi rica edilip geri geldiğinde Şems Konyaya; Rumi tarafından sevinçle değil de hüzün ve endişe ile karşılanır.

Ayrılık acısını tadan yürek hasretle sarılırken işte buna döker gözyaşını sessizce.

Ya tekrar acırsa der...

Sevdiğinin dönüşü bu yüzden buruk bir sevinçtir.

Ama herşeye bedel bir burukluk...

20 Tem 2009

~ Michael Jackson ~

çok sevdiğim insanlar oldu hayatımda. delicesine sevdiğim, sorgulamadan sevdiğim, körü körüne sevdiğim...

dünyanın sonuna kadar yaşayacaklarına, hayatımın hep bir kıyısında, köşesinde, ortasında, tamamında olacaklarına adım kadar emin olduğum insanlar...

nefes aldıklarını bilmenin bile bana huzur verdiği insanlar...

sonra birer birer gittiler... dokunamayacağım, koklayamayacağım, sımsıkı sarılamayacağım oldular...

nefes almadıklarını bildim.

bilmek istemedim.

hep var onlar diye düşledim...

ellerinde olsalar bırakıp gitmezlerdi diye avuttum kendimi, hayalleriyle konuştum... gazetelerde çarşaf çarşaf çıkmış ölüm haberlerini bile başkalarına verdim okusunlar "iyi" olduğunu desinler diye inkar ettim.

öylece avuttum kendimi...

çünkü zaten çabuk inanırdım herşeye, herkese. kendime mi inanmayacaktım?

şimdi dinliyorum gene onun şarkılarını. gitmedi ki. nanik yapıyor ordan bakıp bakıp.

8 Tem 2009

Gülümse

hep gülümse dediler...
ağız dolusu kahkaham olanlar.

gülümse, düşürme yüzünü dediler...
gündüzün bulutlara, güneşe; geceleyin yıldızlara, aya neşe ile baktıranlar.

gülümse dediler...
buzdan heykel gibi dikilip önüme, güneşimi kesip üşütürlerken.

gülümse dediler...
gizli saklı kalmış yaralarıma tırnaklarını takarlarken...

gülümse dediler...
dudaklarım titrerken, gülen adam maskesini yapıştıranlar yüzüme...

gülümse dediler...

~ Gölge ~

aksine değil de aslına bakmak gerekir...

aksinin büyüsüne kapılıp gerçeği soldurmamak için...



***

"ey gölge avcısı:

sâye-i murgî girifte merd-i saht
murg hayran geşte ber-şâh-ı dıraht 1/2911

kuşun kendisi gökte gölgesi yerdedir, insanlar yerdeki gölgesine ok atarlar.

her şeyin bir hakikati bir de gölgesi vardır kuş başka kuşun gölgesi başkadır.. gölge yerdedir gerçeği gökte. ahmak yerdeki kuşun gölgesini kavramış kuşu tuttuğunu sanmakta. ağacın tepesindeki kuş ise onun bu komik haline şaşmada. a şaşkın dünya avcısı! ömrünü gölge peşinde seğirterek harcayan o avcı senden başkası değil. meyveli dal dışarıda, sense mağara duvarına akseden gölgesinden meyve devşirmeye çalışmadasın. o gölge bu dünyadır, ahiret ise dalın gerçeği. gölgenin amacı gerçeği hatırlatmaktır. o halde sen de gölgeyi bırak aslına bak."

***

*** kaynak: http://www.semazen.net/sp.php?id=233

10 Haz 2009

~ Sensizlik ~

"o"'nun yanıbaşında iken kimi zaman hissedilen...

sessizliği ile vurduğu zamanlarda daha çok acıtan...

gözleri uzakta bi şeyler arıyorken, illaki sigarasını içine çekerken, farkına bile varmıyorken , içli içli bakıyorken...
masum bir çocuk silüeti üzerine çökerken anlık vakitlerde, günahsız göründüğünde rüyaya dalmışken , uzanıp yanına onu seyreylediğim zamanlarda...

saçlarının arasında gezinirken elim,
verdiği soluğu içime çekerken,
dudağının kenarına konan gülümsemeye usulca parmağımla dokunurken,
her an solacak gelincik kadar savunmasız uyurken, dokunmaya kıyamadığım anlarda...

25 May 2009

Betty Puf Puf 'um


Ben çok sevince kendimden bile kıskanırım sevdiğimi. Kendi nazarım değecek diye korkarım. Kimi zaman sırf bu yüzden "çok muhabbet tez ayrılık getirir" derler ya öyle olacak diye korkar, kendi kendimi gerer çok yanyana gelmemeye çalışırım.

Bitmesin konuşulacaklar, gülünecekler diye... Yıllarca sürsün, yaşlanırken de yanımda kalsınlar diye... Her gördüğümde daha bir hasretle sarılayım diye... Özleminden gözüme yaş gelsin diye...


İşte araya koyduğum zamanın sebebi de bu. Evet kabul ediyorum ben modern zaman mazoşistiyim...


Ben bu kadını tamı tamına 93 gün önce dışarda yağmur kar birbirine karışmışken bir şubat öğleden sonrası gördüm en son... Taksimin orta yerinde sarıldım sımsıkı, kahkahalar attık, ben gülmekten katıldım, gözlerimden yaşlar geldi gülerken... Gülerken ağlatıyor beni, ağlarken de güldürüyor... (Çok özledim...)


Onu daha yakından tanıdığımda hayatıma girmesinin bir tesadüf olmadığını, bir sebebi olduğunu anladım... Ve o an ömrümün sonuna kadar hayatımda yer almasını diledim evrenden... Onu tanıdığım andan beri hayatım değişti, renk geldi renksiz yaşantıma. Umut doldu umutsuzluklarım silindi. Hayaller inşa ettim.


Betty'i anlatmam benden istense neler derdim diye düşünmeme hiç gerek yok aslında çünkü en baştan beri adı geçtiğinde içimde beliren kelimeler, söylememek için kendime sakladığım, paylaşmaktan kıskandığım kelimeler belli; hiç değişmediler....


Çok çok özel bir kadın.
Girdiği hayatları sihirli değneğe sahip peri gibi renklendirme yetisine, tuttuğu eli sevgisi ile ısıtabilme gücüne sahip. Yeri gelince sevgisi ile sarıp sarmalayan yeri geldi mi sağlam bir şekilde tutup sarsarak aklı başa getiren kadın. Omuzlardan sertçene tutup ayakları zemine bastırması da gerekirse yapabilecekleri arasında.

Kendime uzaktan bakabilmemi sağlayan aynam... Söz verdiğim şeyleri yapmadığımda rüyalarıma girerek beni sağlam azarlayabilecek kudrette. Aynı noktada buluşana kadar birbirimizi bilmeden tanımadan daha, aslında pek çok kere aynı noktalardan teğet geçtiğimizi öğrendiğim diğer yarım...

Bir çok ortak noktamız olan... Ortak nokta demişken; sıklıkla kullandığımız üç küçük nokta da bunlardan sadece birtanesi.


Benim aksime insanları daha iyi tahlil etmesi ise ondan öğrenecek çok şeyim olduğunun bir göstergesi.

Gene İstiklal Caddesini sonuna kadar yürüyüp ellerimle onun en beğeneceği içli köfteleri yedirmek istiyorum ona... Ve kar yağarken gökten gerçek simli kar taneleri düşsün üzerine ışıltısını daha da arttırsın istiyorum...

Hep kahkahalar atsın, mutluluktan içi içine sığmasın istiyorum...
Hiç gözyaşı değmesin güzel tenine, hep sevdiği insanlar olsun etrafında. Elimde olsa bütün dileklerinin, hayallerinin anında gerçekleşmesini sağlardım. Keşke elimde bir sihirli güç olsa da yapabilsem bunları...

Aylar önce benim için bir sürü güzel dilek dilemiştin... Bütün dileklerin kabul oldu.

Seninkilerde en kısa zamanda kabul olsun. Tüm kalbimle diliyorum, istiyorum...


Hep gülümse,
Seni çok seviyorum...

Geldim geri sanırım...

"Nasıl tembel bir insanım" dememi bekliyorsunuz. Ama ı ııh demeyeceğim. Tembel değilim. Sadece kalemim sustu, umutlarım sıfırlandı, bir duvar ördüm içine kapattım kendimi. Kelimelerim çıkmasın diye de bir sürü çimento ile sıva yaptım o duvara. Sonra bir an geldi o duvara renkli boyalarla bişeyler çizdim. Resimler yaptım gökkuşağını resmettim. Şimdi de duvarda bir tuğlayı söktüm içeri biraz ışık girsin de üşümüş yüreğimi ısıtsın beni yeniden gülümsetsin diye...

Uzun zamandır bundan dolayı yazmıyordum... Bu gece yazasım var bir sürü şey. Tekrar birşeyler çiziktirmeye başlayacağım sanırım uzun aradan sonra buraya...

ve 14 Aralık 2008'den beri yazmam gereken bir mim ile başlayacağım...

29 Nis 2009

Bağlanma Korkusu


Ekşi sözlükte Bağlanma Korkusu ile ilgili çok güzel bir yazı yazmıştı kaptan onedir nickli kullanıcı. Ancak sözlük hesabı silindiği için yazıları da yok olup gitti.

Gönlüm bu yazının kaybolmasına el vermediği için ve kendisine ulaşabileceğim bir iletişim kanalı olmadığı için ben de bloğuma bu yazıyı koydum. kaptan onedir'den güzel bir bağlanma korkusu konulu yazı aşağıda sizlerle;

"karar verme ve verilen karara kendini adayıp diğer alternatiflere veda etme aşamasında sonsuz olarak süren tereddüte, kararsızlığa ve gitgellere sebep olan, özelde sebepleri kişiden kişiye çok geniş farklılıklar ve yayılımlar göstermekle beraber, genel dağılımda incelendiğinde büyüme çağında bunalımlı aile, sürekli kavga eden ana baba, hayal kırıklığına sebep olan baba, erken yaşlarda cinsel/fiziksel/zihinsel taciz, kötü rol modeller ve önceki ilişkilerde kullanılma gibi sebeplere dayandırılabilen, özellikle karşı cins ilişkilerinde kendini gösteren ancak insan yaşamını her aşamada etkileyebilen bir davranış bozukluğu. ingilizcesi ile (bkz: commitment phobia)

herkeste az veya çok, baskın veya çekinik mevcuttur, zamanında kontrol altına alınmazsa kişilik bozukluğu haline dönüşebilir. genelde erkeklerde bulunduğu sanılsa da, aslında yaygın olarak kadınlarda da bulunur. hatta erkeklerde görüleninden daha derin ve iyileşmesi zor boyutlarda gözlenmektedir. bazıları bu ihtilafı bastırıp kendi yaşamlarında risk alabilmelerinin yolunu açarlar ve uzun süreli ilişkiler kurabilirler. ancak bazıları ise bu korkuya teslim olurlar. bu korkuya teslim olmanın en acı tarafı, korkuya teslim olanın o korkunun kollarında kendisini son derece emniyetli hissetmesi, ancak öte yandan da içinde sürekli bir boşluk hissetmesi ve o boşluğu doldurabilmek için sürekli olarak eş, iş, eşya değiştirirken ilişkide bulunduğu bütün insanlar ve ilişkiler üzerinde yıkıcı bir davranış biçmi göstermesidir.

bağlanma korkusuna teslim olanlarda ortak olarak gözlenen bir özellik de, sürekli olarak fantazi dünyasında yaşamak istemeleridir. sürekli olarak içinde bulunulan yerden kaçmak gitmek, herşeyin mükemmel olduğu bir yere gitmeyi hayal etmek, ve bu hayalleri kurarken gerçek dünyada çözmeleri gereken problemleri sürekli olarak ötelediklerinden, bir süre sonra çözülmez bir hal alan bu problemlerle yüzleşmeden bir anda bırakıp çıkıp gitmek, bu davranış bozukluğuna teslim olan insanların ortak davranış biçmidir.

bağlanma korkusunun başlıca dışavurumları, bunlarla sınırlı olmasa da şöyle sıralanabilir:

- ilişkinin başında büyük bir hızla yakınlaşmak, ancak ilişkiyi bir sonraki aşamaya geçirmeye sıra geldiğinde geri adım atmak.

- ilişkide sorumluluk almaktan kaçınmak. şöyle ki;

- narsisizm. kendini çok özel hissetmek ve özel davranılmasını beklemek, ama buna karşılık bir şablona oturtulabilecek kadar bariz, sıradan ve beklenen bir davranış deseni içinde hareket etmek.

- sürekli sevgiye ihtiyaç duyduğunu söylemek ama karşıdan sevgi gösterisi yapıldığında kendini geri çekmek, sevgiye sevgi ile karşılık vermemek. karşı taraf hayal kırıklığıyla geri çekildiğinde ise sevgi isteğiyle geri gelip ilişkiyi takip etmek. (sevgiye anında sevgi ile karşılık veremez zira onu yaptığı anda ilişkiye bir adak anlamına gelir, bağlanma sorunu olan kişi ise kendisini adayan durumuna düşürecek hareketlerden kaçınır.) burada "seni seviyorum" ifadesine gelen "biliyorum" cevabı bir örnek olarak alınabilir. ya da eşten gelen "evlenmeyi düşünüyor musun?" sorusuna "hayır, belki, ileride bir gün" gibi, ya da soruyu sorana daha büyük bir acı veren "kafamdaki eşi bulduğumda" cevabı bu listedeki birkaç dışavurumu aynı anda kapsar. "sorun sende değil bende", "seni belki senin istediğin gibi sevemedim ama kendime göre sevdim" gibi ifadeler de bağlanma korkusu olan bireylerin sıkça dayandıkları ifadelerdendir.

- beraber olduğu eşten gerçekçi olmayan beklentiler içinde olmak ve eşi sürekli yokuşa sürmek.

- ideal eş arayışı, beyaz atlı prens saplantısı yüzünden karşısına çıkan aslında gayet mülayim, kabul edilebilir derecede ve müsait alternatiflere burun kıvırmak, kurduğu beraberlikleri hep geçici görmek vs...

- sıkıcı olma ve sıkıcı olan insanlarla beraber olma korkusu ile sürekli yeni insanlar heyecanlar peşinde koşmak, ama bu arada gerideki ilişkileri yıktığını farketmemek. ya da farketse dahi "demek ki öyle olması gerekiyordu" diyerek olayın sorumluluğunu almaktan kaçınmak.

- hata yapmaktan, yanlış seçim yapmış olma ihtimalinden korkmak.

- "ya 20 sene sonra birbirimizden bıkarsak? bak falanca ve filanca da iyi başladı ama sonra evlilikleri neye döndü" gibi çooook ileride olabilecekleri düşünmekten bugünü yaşamayı ve bugünün gerçekleri ile yüzleşmeyi reddetmek.

- verilecek kararın daha ileride daha iyi bir fırsatı kaçırmaya sebep olacağı düşüncesi ile karar vermeyi ertelemek.

- durup dururken can acıtıcı davranışlarda bulunmak.

- sürekli olarak eşin kötü/başarısız yanlarını bulmaya çalışmak, kendisine karşı mesafe koyma aracı olarak kullanmak, sürekli olarak ilişkinin ilerlemesinin önüne engel çıkarmak,

- ilişkinin en iyi döneminde ilişkiyi sabote edici davranışlarda bulunmak.

- sadakatsizlik. aynı anda birden fazla kişi ile ilişkiye girmek, aralarında gidip gelmek. ("seni seviyorum ama onu da hayatımda istiyorum")

- ilişkiyi gizli tutmak, eşi kendi yakınları (aile, akraba veya arkadaş grubu olabilir) ile tanıştırmaktan kaçınmak.

- coğrafik, duygusal ya da pratik olarak müsait olmayan ilişkiler kurmak. ör. başka şehirde/ülkede yaşayan ve ayda yılda bir arayıp uğrayıp giden birisi ile ilişkiye girmek ve onun hayalini kurmaktan yanıbaşındaki gayet mülayim adayları görememek ya da onlarla istikrarlı ilişki kurmaktan kaçınmak; ya da evli olduğunu ve eşinden ayrılıp ona gelmeyeceğini bile bile birisi ile ilişkiye girmek; ve en bariz olanı, bağlanma korkusu olduğunu kendisine açıkça söylediği halde birisi ile ilişkiye girmek vs.

- buna karşılık, müsait ve uzun süreli olma şansı ve potansiyeli olan ilişkilerden de kaçmak.

- duygusal ve fiziksel olarak sürekli gidip gelmeler. çok yakınlaştığında ilişkiden kaçıp daha sonra tekrar geri dönmek, tekrar kaçmak, tekrar dönmek, tekrar kaçmak, tekrar dönmek, terketmek, geri dönmek, tekrar terketmek, tekrar geri dönmek vesaire vesaire...

- eski ve yeni ilişkiler arasında gidip gelmek.

- evet veya hayır diyememek.

- sürekli hayal kurmaktan dolayı fiziksel ve zihinsel yorgunluk hali. geceleri uyuyamamak, sabahları kalkamamak. yapılması gerekeni ve hemen harekete geçebileceğini bildiği halde, yapılacak işin getireceği neticeleri hayal etmekten bir türlü işi yapmak için harekete geçememek. zihinsel felç durumu.

- bu bağlanma sorununu sadece karşı cins ilişkilerinde değil, işte, alışverişte ve yaşamın diğer bölümlerinde de yaşamak. kendini bir branşa adayamamak, ondan ona atlamak. ne alacağına karar verememek, seçenekler arasında boğulmak, "ya daha iyisi varsa?" diye seçim yapmakta sürekli zorlanmak.

- kararsızlığın ileri aşamalarda kişiyi felç edici hale gelmesi. hiçbirşey yapmak istememek, sabahları kalkamamak, geceleri uyuyamamak, hayal kurmaktan bir türlü aksiyona geçememek.

- ve en barizi; bağlanma sorunu olduğunu, uzun vadeli ilişkilere hazır olmadığını açıkça eşe ilişkinin başında söylemek. bağlanma sorunu olan insanlar bu sorunlarının açıkça farkındadırlar, ancak durumlarını değiştirmek için çok çok çok azı birşeyler yapmaya çalışır. büyük bir çoğunluk ise korkularına teslim olmayı o korkularla yüzleşmekten daha emniyetli görürler ve kabuklarına çekilirler. ancak maalesef bu gibi açık sinyaller ilişkiyi sürdürmeye niyetli olan tarafça genellikle göz ardı edilir.

bağlanma korkuları olan insanlar içten içe, ve hatta kendilerine oluşturdukları herkesin bilmediği özel dünyalarında ekstremde yaşayan insanlardır. mesela hiç erkeklerle yüzgöz olmadığını sandığınız bir kız, bilmediğiniz -ve çok yakınlarının da bilmediği bir başka ortamda- çene düşürecek ekstremlerde yaşayıp sonra diğer tarafa döndüğünde sanki hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi bir yaşam sürebilir. erkekler için de benzer şeyler söz konusudur. bağlanma korkusu olanların en büyük korkusu bilinmektir. birilerinin onların içyüzünün farkına varması, o korkularını öğrenmesi tahammül edemeyecekleri bir korkudur. içlerinin bilinmesini istemezler, zira bu dış dünyaya karşı çizmeye çalıştıkları mükemmel insan profilinin yıkılması demektir. oysa bağlanma korkusunu yaşayanların sığındıkları en şefkatli limanlardan biri, daha önce bahsedildiği gibi, narsisizmdir.

o yüzden beraber oldukları insanlara da gerçekte kim olduklarını göstermek istemezler. o derece bilinecekleri bir yakınlaşma ihtimali doğduğunda, ya da ilişkide sıra ona geldiğinde bir anda bir mazeret bulup ya da ilişkiyi mahvedecek ya da sekteye uğratacak bir harekette bulunup karşı tarafı iterek, veya kendilerini çekerek içyüzlerinin öğrenilmesini engellerler.

bağlanma sorunundan muzdarip kişilerle ilişkiye girenlerin en büyük yapacakları hata, bu durumun farkına vardıkları halde eşlerinin karakterindeki bu dengesizliği değiştirip düzeltebileceklerini sanıp, kendi ilişkilerinin çok özel olduğunu düşünerek bu ilişkiye devam etmeleridir. ancak her ne kadar bize kabul etmesi zor gelse de, araştırmalar yaşadığımız ilişkilerin bir şablona oturtulabilecek kadar benzer desenler taşıdığını göstermektedir. bu tip ilişkilere takılıp kalan bağlanmak isteyen taraflar, eğer bir an önce bağlanma bozukluğu olan eşi terk edip hayatlarından tamamı ile silmezlerse ilişkinin sonunda çok ağır yaralar alacaklar ve büyük bir ihtimalle kendileri de birer bağlanma sorunu olan birey haline dönüşeceklerdir.

kişinin, ilişkide bulunduğu insanın terapisti olmaya çalışması, yapabileceği en büyük hatalardan biridir. davranış bozukluğu gösteren tarafın, kendisini sorumlu hissedeceği, kendisine verdiği sözlerin bağlayıcılığını hissedeceği bir üçüncü şahıs olmalıdır ki kendisini düzeltme yönünde adım atma zorunda hissetsin. aksi halde eşine sürekli olarak söz verecek ama tutmayacak kaçacak, sonra geri dönecek, tekrar kaçacak, tekrar dönecek ve böyle git gellere devam edecektir.

o yüzden ne kadar acı gelirse gelsin, bağlanma korkusu olan eşleri ilişki içinde tedavi etmeye çalışmamalı, bir an önce zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek ilişki tamamen kesilmeli ve bağlanabilen eş arayışına devam edilmelidir. zor bir süreçtir, ancak gangrenli uzvu kesmenin gerekliliği kadar gereklidir. aksi halde bütün organizmanın aynı davranış bozukluğuna teslim olması kaçınılmaz olur.

araştırmalar sonunda elde edilen bulgular göstermektedir ki, bağlanma sorunu olan insanlar aktif ya da pasif olarak ilişkide rol alabilmektedirler. aktif olanlar özellikle bağlayıcı ilişkilerden kaçmaya çalışan taraf olurken, pasif olarak bağlanma sorunu olanlar da sürekli olarak aktif sorunluların peşinden giden ve onlarla uzun süreli beraberlik kurmaya çalışmakta ısrar edenler olarak ortaya çıkmaktadır.

dolayısı ile "benim de şansıma karşıma hep evli erkekler çıkıyor", "hangi kadınla çıktıysam hepsi hala eski sevgililerine aşık çıktı birader", "aslında işi çok yoğun da stres altında, o yüzden bağlanamıyor" vesaire gibi mazeretler ileri sürenler de aslında pasif olarak bağlanma sorunu olan insanlar olarak tanımlanmaktadır. karşılarındakinin bağlanma sorunu olduğunu ve asla ilişkiye bağlanmayacağını bildikleri halde ısrarla bu gerçeği görmezden gelip, iki taraflı bağlayıcılığı olmayan bir ilişkiyi devam ettirmeye çalışmakla aslında iki taraflı bağlayıcılığı olabilecek bir ilişki içine girebilme ihtimalini bertaraf etmiş olmaktadırlar.

bunu da ötesinde, bir ilişkide pasif bağlanma korkusu olan tarafı oynayan kişinin, bir sonraki ilişkisinde rol değiştirerek aktifi oynaması, bir sonrakinde tekrar pasifi oynaması da tipik bir bağlanma bozukluğu davranış biçmidir. hatta bu rol değişimi bağlanma sorunlu bir ilişki sürecinde de en az bir defa yaşanır.

ayrıca, bağlanma sorunu olan bireylerin evlenmeyeceklerini düşünmek de doğru bir yaklaşım değildir. evli oldukları halde bağlanma sorunlarını aşamayan ve bu sorunları evlilik süresince de dışa vuran çok insan vardır. zaten bu tip sorunları olan evlilikler uzun süreli ve sağlıklı olmaz.

bağlanma korkusu taşıyan insanlar yaşamlarını gerçekleri analiz edip vardıkları bulgularla yönlendirmek yerine fantazi ürünü düşüncelerle yönlendirirler. bunun sebebi, yaşamlarının daha önceki bölümlerinde karşılaştıkları ancak müdahele etme güçlerinin olmadığı bazı gerçek durumların kendilerinde hayal kırıklığına sebep olması ve kendini koruma içgüdüsü ile ileride o problemlerle tekrar karşılaşmamak için o tip durumlarla karşılaşma ihtimallerini ortadan kaldırmaya çalışmalarıdır. bu kişi üzerinde oldukça yorucu psikolojik boşluk etkisi yapar, ancak kişi, bu davranışlarının çıkış noktasını dahi sorgulamaya korktuğundan neden öyle davrandığını bir türlü bilemez, ve hayal dünyasına hipnotize olmuş bir şekilde yaşamını sürüncemelerle sürdürür.

bağlanma korkusunu yenebilmek için bu korkulara sebep olan geçmiş olaylarla yüzleşmek ve hesaplaşmak gerekir. bu, o korkuların yersiz olduğunu görmek için gereklidir. zira geçmişi unutmak diye birşey söz konusu değildir. bilinç üstünde unutulsa bile, geçmiş deneyimler bilinç altında yaşamaya ve karar mekanizmamızı etkilemeye devam eder. eğer bu duygular doğru anlaşılıp kontrol edilemezse ciddi sosyopsikolojik sorunlara sebep olmaya devam eder.

kendisinde bağlanma korkusu olduğunu bilen ve bundan kurtulmak isteyenler, gurulara murulara içe dönüşlere meditasyonlara para harcamak yerine bu işi bilimsel olarak yapan ve bu konuda uzmanlaşan psikolog ve terapist uzmanlara görünmeli, ve herşeyden önce tedaviye bağlanma dirayetini göstermelidirler. tedaviye bağlanabilirlerse, onun ikinci aşaması olarak işe ve eşe de bağlanma cesaretini kendilerinde bulabilirler. ancak tedaviden dahi kaçıyorlarsa onlar için yapılabilecek birşey yoktur. ne kadar sevsek, aşık olsak, özel olduklarını düşünsek de... geçip gitmek gerekir.

hipnoterapinin geçmişle ilgili korkulardan kurtulmada başarılı olabildiği söylenmektedir, ancak kişi tarafından iyice incelenmesi gerekir. "

(kaptan onedir, 28.04.2008 12:38 ~ 25.02.2009 00:07)

16 Nis 2009

Kehribar Kadınlar


17 öykü, 16 katre abre...

24 saat içinde bir solukta okuduğum kitaba adını veren kehribar kadınlar ile açılışı yaparken bozkırlarda nefes alan , sevdiğine kavuşamamış, kavuşmuş eksik kalmış ona çocuk veremediği için yetememiş, sevmiş ve sevilmiş ama ecel tarafından sevdiği elinden düşüvermiş kadın ve adamların kimisi birbirini takip eden kısa öykülerin içinde ordan oraya savrulurken kevser ruhi sağ olsun her kelimesi her satırı ile yarası tam iyileşmemiş yüreğime düşürdü katreleri... ve dağlandı her damlada açık yaram. sızı kaldı.

eskinin saf katıksız duygularını taşıyan kehribar kadınlarım geldi aklıma hayatımdaki. ufacık çocukken her birine özenerek, gözlerimi kocaman açarak dinlediğim sevda öyküleri geldi gözlerimin önüne; sonu ayrılıkla, hasretle biten... hayranlıkla dinlediğim kadınlarım geldi... büyük teyzem ve büyük halam... hayata kapattıkları yürekleri geldi... ipekböceği gibi kozasından çıkıp uçup göğe doğru gitmeleri yalnız başlarına... kevser ruhi'nin moda koyunda bekliyor öyküsünde anlattığı gibi onların arkalarında kalan hayatlarına şahit olmuş eşyalarının, yokluklarının ardından yaşadıkları sessiz isyan resmedildi zihnime... kehribar kadınlarım geldi tek tek gözümün önüne... ailemin kadınlarının ortak yazgısı... yazgım... ve bu yazgının gidişatını bozamayacağımın kabullenişi ile adımlarını sessizce takip edişim geldi gözümün önüne... ilk damlalarımı onlar için akıttım... kendim için akıttım...

son öykü eyvah'a ulaştığımda milyonlarca kelime uçuşuyordu beynimde... asla, ama asla satırlara dökemeyeceğim yoğunlukta duygular!

ve hepsi hapis kaldılar bende...

mutsuzluk ile mutlu olmak anlam buldu kerem'in iç hesaplaşması ile...
bir kadının seni bensizliğe mahkum ediyorum'u karşılığını buldu kelime haznemde...

"kendim ettim kendim buldum
gül gibi sarardım soldum eyvah, eyvah..."

13 Nis 2009

~ Türkan Saylan ~

yıllar önce deprem sonrası maddi durumumuz sıfırlandığı için okula gidemediğim dönemde burs almak için başvurduğum derneğin genel başkanıdır.

burs talebinde bulunanlarla birebir bizzat görüşerek sonrasında burs alacak öğrencilere bizzat karar verendir türkan saylan hanımefendi... sanırım normalde burs başvurularında teke tek görüşme söz konusu, ama 17 ağustos depremi sonrası olan burs taleplerinde durum farklı idi derneğinin tarlabaşında olan ahşap binasında yaklaşık 100 depremzede bir arada idik... genişçe bir salonda toplanmıştık ortadaki yuvarlak masada türkan hanım oturmakta idi. evimizdeymişcesine oturmuştuk koltuklara sandalyelelere koltuk kenarlarına yerlere... yaklaşık 25 dakikalık -ki bana ömrümde yaptığım en uzun sohbet/konuşma gibi gelmişti- süre boyunca atatürk üzerine, çağdaş türkiye üzerine, aydın ve çağdaş türk gençleri üzerine, yapmak istediklerimizden hayallerimizden bahsetmiştik... sohbet ufak bir yer sarsıntısı ile sona ermek zorunda kalmıştı. depremzede olan bi çok öğrenci o ahşap evdeki yaylanarak sallanma anında - ki beton binalara göre daha fazla sallanmıştık- tekrar o geceye dönmüş çığlıklar atmaya başlamıştık... enkazlar yıkılan evler kaybettiğimizi yakınlarımız yaşadığımız travma tekrar gözlerimizin önünden geçmişti o saniyelik süreçte...

sallantı sonrası hatırladığım türkan hanımın herkese tek tek sarılmaya çalışması idi... "ne garip keşke daha büyük kolları olsaydı, hepimiz kendimizi daha güvende hissederdik, hepimizi kucaklardı" diye geçirmiştim içimden...

şimdi okulum biteli yıllar oldu, yıllarca çalıştım güzel işlerde, kimi zaman da işsiz gezdim şimdi olduğu gibi... ama o sene eğitimimi tamamlamada ve kalacağım yeri bulmamda önce türkan hanım sonra atatürkçü düşünce derneğinin emeği büyük... aslında türkan hanımın kolları koskocaman ve daha hayata yeni adım atmaya çalışan bi çok gencin elinden tutup hayatlarını devam ettirebilmeleri için eğitimlerine destek veriyor. yeri geliyor tek tek ilgileniyor, yeri geliyor hepsine kucak açıyor...

hakkında atılıp tutulmasından çok yıllardır yaptığı iyi ve güzel işlerle anılmasını istediğim için yaşadıklarımdan bir örnek vermek istedim oysaki bir çok türk gencinin hayatında ufak bir ayrıntı olarak hatırlansada aslında hayatları üzerinde ne kadar büyük bir ayrıntıdır türkan saylan...

meyve veren ağaç taşlanır ne diyeyim...

12.04.2007 -İstanbul-

----------------------------------

yıllar önce deprem sonrası 2 kurumdan burs alarak eğitimimi tamamladım.

bunlardan bir tanesi türkan saylan hanımefendinin başında olduğu dernekti. dernekten bağımsız olarak benim için türkan hanım önemli bir yer tutmakta.

bugün ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındığını öğrendim.

burs görüşmelerinde başvuran adaylarla atatürk üzerine, çağdaş türkiye üzerine, aydın ve çağdaş türk gençleri üzerine ve eğitimimizi tamamladığımızda yapmak istediklerimizin, hayallerimizin üzerine sohbet etmektedir...

bugün yaşanılanlar çok değil 5-10 sene sonra; atatürk, çağdaş türkiye, çağdaş türk genci gibi kavramların zikredilmesinden bile çekinir hale geleceğimizin, okumaktan, düşünmekten korkar hale geleceğimizin ve bu eylemleri sanki bir suçmuşcasına gizli gizli yapmaya başlayacağımızın bir habercisidir.

fahrenheit 451'da anlatılan dünyaya adım adım yaklaşırken türkan saylan ile geçmişte bir yerde hayatımın kesişmiş olmasından gurur duymaktayım.
13.04.2009 -İstanbul-

16 Mar 2009

Dexter


Baş karakteri ilk iki sezonda kahraman olmayan, son sezonla kahramanlaşmaya başlatılan dizi.

Bundan sonra yazacaklarım spoiler içerebilir içermeyebilir de.
Sadece "Dexter Morgan" hakkında genel bir bilgilendirme yapmaya çalışacağım bölümlere değinmeden.

İlk iki sezonu izlemeden 3. sezonu izlemeye başlamış geçtiğimiz hafta en başından itibaren bütün bölümleri izlemiş birisi olarak söyleyebilirim ki `dexter` ilk iki sezonda kahraman değil. İlk iki sezonda yerine oturmamış birşeyler vardı. Yeni sezonla cinayet işleme sebepleri değişmiş; yaşadıkları ve öğrendikleri ile artık kendi kurallarını oturtup "yönlendirilmiş ihtiyaçlarını" arkasına alarak artık nazarımda zevk almak için değil de çizgi romanlarda kendi yasalarını uygulayıp adalet dağıtan batman vs gibi türevlerinin kanlı versiyonu haline gelmiştir.

Çoğu zaman hukuk sistemindeki kimi boşluklardan ya da ya da bazı bürokrasi forsundan yararlanarak sokaklarda serbestçe dolaşmaya devam eden ceza almadan yakasını işlediği suçlardan sıyıran kişilere karşı çoğumuzun içinde öyle ya da böyle açığa çıkan ama uygulamaya dökemediği öldürme isteğini Dexter hepimiz adına gerçekleştirmektedir.

3. sezonu izleyerek Dexter ile tanıştığımda sorgusuz sualsiz "kahramanım" olarak ilan etme sebeplerimden biri de budur. Çünkü adaletin yerini bulamadığı yerlerde kendi yargımı yapıp cezamı kesmek istediğim durumlara dexter tercüman oluyordu. İlk iki sezonla beraber bütün olarak baktığımda hisleri, sorumlulukları olmadığı üstüne basa basa her bölümde vurgulanarak işlediği cinayetlerden haz alan bir adam olan Dexter kendi ile ilgili gerçeklerle yüzleştikten ve hayatına giren insanlara karşı her ne kadar sürekli inkar etse de bağlanmaya başlamasından dolayı apayrı bir adam olmuştur. Bir nevi emotional killer...

13 Mar 2009

~ Mutsuzluk İle Mutlu Olmak ~

duvar örmek, ve kaçmak yeni bir şeylerin getireceği şeylerden. duvarı örerken ufacık bir delik bırakmak bilerek; ama deliği bilerek bıraktığını unutarak kendine bile inkar etmek. o delikten sızan hava, yağmur, kar ve güneşin sızıntısına bilerek izin vermek... ama içeri süzülen hayata dair belirtileri görmezden gelmeye çalışmak. onlar ayaklarının dibinde birikirken bundan da derin bir haz alıp kafanı dimdik yukarı kaldırmak “hissetmiyorum” riyakarlığını kendine göstermek. içten içe yerde birikip tenine değen hayata yokmuş gibi davranmak. bunu yaparken de gizliden sado-mazo mutluluk duymak. ama aslında mutsuzluk yaratmak. o mutsuzlukta boğulmak günden güne. çift kişilik yalnızlık yaratmak. en nihayetinde de kendi karanlığına gömülürken bir başına kalmak.

9 Şub 2009

Gidiş ...

sen bana erken ben sana gec kaldım der murathan mungan bir şiirinde... ayrılık öncesinde...

kayıp gitmekte olan kişi unutulmuşluğunun cevabını verir kendine; ben sana erken sen bana gec diye...

kanatlarını açar ve rüzgarı kanatlarının altına alır yavaşça süzülür göğe doğru, maviliğe doğru, yeni bir hayata doğru...

onun gittiğini canı yanarak anlayan boşvermiş ise boşalan ellerini havaya uzatır kalır öylece şaşkınca onun ardından.

kayıp giderken hiç gitmeyeceğini sandığı canı uzaklaşırken ondan, fersah fersah sokarken araya mesafeleri...

uçup giden ise ardından uzanan elleri hisseder ama geriye dönüp bakamaz, acı ile gözünden tek bir damla yaş süzülürken. dönmez, dönemez...

22 Oca 2009


melodisinde ve sözlerinde can yakan bir tını olan, gözleri dolduran balad.

nemli bir havada buz gibi bir ormanda kapana kısılmış gibi hissettiriyor insana... son nota ile içinize bir hançer sadece ucu ile batıp kanatıyor ve o yaradan çıkan o tek damla kan düşüp toprağa değdiği noktada bir nehrin kaynağına yol açıyor...
engel olamıyorsunuz...
acizliğiniz geliyor gözünüzün önüne,
haykıramıyorsunuz,
nefes alamadan,
düşüveriyor,
bakışlarınız...
bitiyorsunuz.