21 Eyl 2007

Google Aramaları - Vol.1


Uzun zamandır bloğuma google dan bir şeyler aratarak gelenler için bir şeyler yazmak istiyordum.
Kısmet bugüne imiş. :)

Bazen hakikaten komik bazen de hakikaten kelalaka aramalar sonucu sayfama geliyorlar.

Bu hafta sayfamı ne aratmışlar da ziyarete gelmiş sevgili ziyaretçilerim bi göz atalım:

- tadi damaginizda kalsin tatli malzemeleri
Tatlı yiyelim tatlı konuşalım değil mi ?

- dondurmacı ismail şafak
Hımmm yenilebilecek en güzel dondurma (idi) eskisi gibi değil artık. Zaten hiçbirşey eskisi gibi değil artık... Büyükçekmece Beach Clublara benzemiş...


- asortik sözler
Asortik google da meşhur oldun bak :))

- kollar sarkmasın
Kollar sarkmasın evet. Aşırı kilo verdiğinde sarkmasın istiyorsan fitness yolları görünüyor sana ;)

- huzur evinde müdürlük işi arıyorum
Verme verme verme akıl verme, vereceksen huzur ver...
Sanırım bir insan kaynakları sitesi açmalıyım... Umarım aradığınız işi bulursunuz.

- pretty women türkçe ne anlamı gelıyor
Pretty Woman ı kelime olarak çevirdiğimizde ; Hoş Kadın , Özel Kadın anlamına geliyor. Tercüme ücretini kasaya bırakınız lütfen. Öperim gözlerinizden... :)

- fethiyede iş arıyorum
Valla ben 9 ay google da İzmir'de iş arıyorum diye arattım durdum bir sonuç elde edemedim. Oturduğun yerden bulamıyorsun kalk gez dolaş nacizane tavsiyem :)

- pretty woman şarkısını kim söyledi
Sound Track ı soruyorsan eğer Roxette - Its Must Have Been Love
Diğer şarkıyı soruyorsan eğer Roy Orbison - Oh Pretty Woman

- arı oğul vermiş
Bilemedim ki ben şimdi bunu. Arılardan korkarım zaten...

- aziz nesin nin kısa bi şekilde hayatı

- aziz nesin'nin hayatı

- Aziz Nesin'nin doğum yılı

- Aziz NESİN'nin doğum ve ölüm yılı

Aziz Nesin ile ilgili bir çok arama yapılmış. Cevap veriyorum efendim o zaman;

Aziz Nesin'in asıl adı Mehmet Nusret'dir
Doğum: 20 Aralık 1915 Heybeliada-İstanbul
Ölüm : 05 Temmuz 1195 Alaçatı-İzmir

Daha detaylı bilgi için ise :
- Wikipedia ya tıklayınız.

19 Eyl 2007

Birisini çok sevmek ve getirdiği sorunlar...


Birisini çok sevmek... Onun için herşeyi göze almak... Her sorunun üstesinden gelebilecek güçte olduğunuza inanmak... Sevdiğinizle adımlarınızı ileriye doğru atmak... Ama o da ne? Siz ilişkinizde ileriye adım atarken o yerinde durmayı seçmekte... Siz ileri adım atmaya çabalarken o yerinde durup o "an"ı yaşamaya çalışmakta... Siz ileri bir adım daha atmaya çalışırken tuttuğunuz o el yerinde sabit kalıp artık kolunuzu acıtmakta...

İşte tam burada arada geçen zamanda farkedemediğiniz ya da farketmek istemediğiniz şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz... Kalbiniz ikiye bölünüyor çatırdayarak. İlk çatlak anında pek önemsemiyoruz çıtırtıyı duyuyoruz ama iki parçaya bölünmemesi için hiç bir müdehalede bulunmuyoruz. Daha doğrusu bulunamıyoruz ellerimiz kollarımız bağlanıyor hareket edemiyoruz. Basiretimiz bağlanıyor bir başka deyişle... Kalbimiz ortadan ikiye çatır çatır ayrılana kadar buna seyirci kalıyoruz. Son parça da koptuğunda bir acı duyuyoruz ama o kalp parçalanma noktasına uzun bir zaman dilimi içinde geldiği için parçanın kopuşu çok acıtmıyor... Sadece hissettiğimiz kalbin diğer kopup giden yarısının boşluğu... O boşluğa alışmak o kadar zor ki... İşte o zorluğu defalarca yaşadığımız için kalbimiz defalarca parçalanıp kopup bir başkası ile yitip gittiği için kalbin onarımının ne kadar uzun bir süreçte gerçekleştiğini bildiğimizden o süreçte tek başımıza kalmanın ne kadar acı verdiğini bildiğimizden işte bu ilk çıtırtı ile başlayan parçalanmaya seyirci kalıyoruz....

Birisini çok severiz, aslında "sevilmek isteriz" de "çok seversek bizi sever" diye mi düşünürüz? Bu ikilemi hala çözemedim... O ki pamuklar içinde sarıp sarmalayıp zarar gelmesin diye gözümüzden bile sakındığımız, başına bir şey geldiğinde içimizin sızladığı, gece başımızı omzuna hatta koynuna dayadığımızda bize huzur veren adam nasıl da bizim kalbimizi hiç acımadan ikiye bölebilmiştir... Şaşkınlıkla kalakalırız bu olayların ardından... Ona değil kendinize kızarsınız... Bütün resim görünüyordu da ben mi görmedim dersiniz. Ki aslında resmin göründüğünü ama görmezden geldiğiniz gerçeğini bilirsiniz...

Bu konu hakkında sabaha kadar yazabilirim... Ama bu ilişkilerin gidişini değiştirmez malesef. Ne mutlu ki bunun bilincindeyim. Hadi o zaman ne yapalım? "Carpe diem" mi diyelim? Günü kurtaralım her doğan güneşle...
Kalbimizin çatırdama aşamasını sessiz ve ağırca bir kenara çekilip izleyelim... Sonunda da sadece iki damla yaş akıtıp ufak bir ağıt yakalım...

Fotoğraf : Selin Demircioğlu

11 Eyl 2007

Yeraltından Notlar


"Hayatı fazlasıyla anlamaya çalışmak acı verir. Hastalıktır" gibi bir tema üzerine kurulu oyun...

Ki bitiminde aptala dönmüş bir şekilde ağzınız açık kalarak olanları şaşkınlıkla izlerken okkalı bir hayat dersi alır ve gözlerinizden yaşlar süzülür. Tam önünüzde sizleri selamlamak için eğilen oyuncular doğrulurken göz göze gelirsiniz buruk bir gülümseme atarsınız onlara doğru, göz yaşlarınızı silemeden delicesine alkışlarsınız. Bir de dekorlar taşınırken sahne değişimlerinde ayaklarınızın önüne yuvarlanan şişe mantarını eğilip alır tüm hislerinizi ona yükler avcunuzun içindeki o mantarı kalbinize doğru tutarsınız.. Eve dönüş yolunda elinizdeki mantarı yüreğinize yakın tutarken hayatta hiç bir şeyi yarım bırakmamayı, fazlaca sorgulamamayı, deliliğin dağlarında gezinip eteklerine tekrar inişlerinizi gözlerinizin önüne getirirsiniz. gene yaşlar süzülür yanaklarınızdan...

Payidar Tüfekçioğlu'nun paltosu ile yaptığı muhteşem danstaki gibi paltonun kolundan çıkarttığı sanki bir yabancıya ait eli ile kendi kendini okşaması, yalnızlığına mutsuzluğuna kendi kendine sebep oluşunu ve onu okşayan elin sonra boğazına sarılması gibi herşeyi aslında kendimizin şekillendirdiği gerçeği ile yüzleşip başımızı önümüze eğeriz...

"Zavallı Mutsuz" olmak için farkında olmadan ne kadar çok çaba sarfettiğiniz ve hayatınızı ilmek ilmek kendinizin ördüğü gerçeği zihninizde; duvarlarınızı yıkmaya başlarsınız mutluluğa koşmak yolunda...


Not: Bu yazıyı 02.04.2007 de yazmıştım