30 Eki 2008

Sıcak bir davet...


Havada bir garip sessizlik var bir bekleyiş içinde doğa... Ruhlara dinginlik olarak iz bırakmakta.
Belki sadece ben bu şekilde hissediyorum bilemiyorum. Yazasım geldi bu akşam. Uzunca süreden sonra ufak ufak şiirler dışında mini bir yazı yazmak istedim. Kalemin kağıt üzerinde dans etmesi kadar etkili olmuyor klavyenin tuşlarına dokunmak, kalem-kağıt ikilisinin arasındaki ebedi aşk gibi bir şiirsellikle de kelimeleri şekillendiremiyorsun. Ama işte teknoloji ne yaparsın onla da olmuyor onsuz da olmuyor. Ha bir de teknoloji geldi mertlik bozuldu değil mi?

Herşey garip bir soğuklukla, duygulardan arınmış vaziyette.

Birinin gözlerinin içine bakarak çay yudumlayıp, ne düşüneceğini umursamadan cümlelerini sıralayıp ağız dolusu gülmek, güldürmek... Mimiklerini inceleyip söylediklerime verdiği tepkilerden çıkarımlar yapmak. Bir dokunuş, bir bakış, bir koku, bir sıcaklık... Tüm bunları görerek yaşamak, hissetmek... Sevmiyorum klavyeyi... Konuşurken karşımdakine dokunmak mutlu eder beni... Şu an içimdekileri bu sanal sayfaya dökerken okuyanın neler hissedeceğini, hangi kelimeme nasıl bir mimikle tepki vereceğini bilememek ve bunun beni delicesine merakta bırakması... Nasıl da bir karın ağrısı, nasıl da bir huzursuzluk... Ekran başından dokunabilir mi insan karşısındakine?

Hadi son demlerini geçirmekte olan güzel sonbaharda sohbet etmekten keyif alacağınız birisini karşılıklı oturup sıcak birer çay içmek için davet ediniz bir yerlere... Ne kaybedersiniz ki? :)

27 Eki 2008

Bir yağmur...


Bir yağmur...
Her düşen damlasında ıslatmayan ısıtan...
Uzaklaştırmayan yakınlaştıran; ayırmayan bağlayan..
Bir yağmur... çocuk ruhuna dokunan ürkekçe,
Yürekten gözyaşına ulaşıp umarsızca damlalara karışan; ordan dudaklara tuz olan..
Bir yağmur ki aslında güneş olup bulutların ardına ulaştıran...
Gökyüzünün hırçınlığından denize doğru şefkatle ulaşan.
Kumsalla denizi birleştiren dudak dudağa...

27.10.2008 - İstanbul

...



Kapatmışken herşeye kalbini; duvar örmüşken etrafına, o duvarda güneş ışığının süzüleceği kadar da olsa ufacık bir boşluk bıraktığını farketmediysen, bir gün yağmur bulutları açınca güneşin önünü; içeri doğru süzülen sıcacık gün ışığı ile bir de farkedersin ki ördüğün duvarın içinde buz tutmuş olan "sen" her vuran güneş ışığı ile damla damla erirsin... Yıkmaya başlarsın duvarlarını... Ve buzuldan kurtulurken ıslanmış olmanın verdiği titremeni biri sana sıcacık sarılarak giderir...İşte kalp bir ritme uymadan hızlı hızlı atmaya başlar o an... Ve farkedersin ki karnında kelebekler uçuşur... hatta ne uçuşması dans ederler...

27.10.2008-İstanbul